Bir Babanın Yüreğindeki Mayın

Çanakkale Savaşı, her ne kadar rakamları tartışmalı olsa da, dünyanın en zorlu ve en kanlı çarpışmalarına sahne olmuş, bir yandan öyküleriyle efsaneleşirken, diğer yandan dünyanın birbirine binlerce kilometre uzakta yaşayan iki milletini birbirine çok güçlü bir şekilde bağlamıştır.  

Öykülerle safsata ve kulaktan dolma yalan yanlış masalları karıştırmamak gerekir. Millet olarak sorgulamayı ve soru sormak sevmediğimiz bir gerçek. Bunun en güzel örneği de Çanakkale Boğazı’ndan geçen düşman donanmasının bir çok gemisinin mayınlara çarparak ya battığı ya da ağır hasar aldığı masalıdır. Aslında olay doğrudur ama kaç kişi “O kadar iyi eğitimli İngiliz ve Fransız subayı boğazın mayınlanmış olabileceğini düşünemedi mi?” sorusunu sormuştur? Oysa bu tür savaşlarda savunma tarafının ilk yapacağı şeydir düşmanın geçiş yolunu mayınlamak. Tabi ki Fransız ve İngiliz Amiraller boğazın mayınlandığını biliyordu. işte tam burada çok dramatik bir öykü çıkıyor karşımıza.

Amiral Goupret, Fransızların en ünlü, en acımasız, en disiplinli askeriydi. Tüm Fransızlar için bir efsaneydi adeta.  Müttefik donanması Çanakkale Boğazı’nın girişine demirlediği akşam emir subayına seslendi:

“Bana Yüzbaşıyı çağırın!”

Birkaç dakika sonra genç yüzbaşı amirali selamladı:

“Emrinizdeyim efendim.”

“Keşif uçaklarımız Türklerin boğazı mayınladığını rapor ettiler. Mayınların hepsinin bu gece temizlenmesini istiyorum. Görev senindir…”

“Emredersiniz efendim!” diyerek sert bir topuk selamı verdikten sonra arkasını döndü yüzbaşı. Tam dışarı çıkmak üzereyken Goupret’in davudi sesi duyuldu.

“Hala o genç hanımla evlenmek istiyor musun?”

Genç yüzbaşı olduğu yere çakıldı kaldı. Ne diyeceğini bilemez halde tekrar yüzünü bir günebakan gibi Amiral Goupret’e döndü.

“Evet efendim. İstiyorum…”

“O halde İstanbul’a vardığımızda onu davet et. Düğününüzü İstanbul’da ben yapacağım.”

Yüzbaşının yüzünde güller açtı bir anda. Onun için daha büyük bir motivasyon olamazdı. Amiral onu kalbinin tam ortasından vurmuştu. Yüzbaşı o gece görevini başarıyla yaptı ve boğazdaki tüm mayınları Türklere fark ettirmeden temizletti. Sabaha karşı raporunu Goupret’in masasına bıraktı ve huzur içinde kamarasına döndü. Lakin ikisinin ve hatta tüm donanmanın da bilmediği bir şey vardı. Türklerin elindeki iki sene önce Kazdağları’na düşen Ertuğrul Tayyaresi… Tayyare kontör Vahram Bey tarafından tekrar uçar hale getirilmiş, boğazdaki mayınlar temizlendikten sonra yaptığı uçuşlardan birinde pilot Cemal Durusoy ve Vahram Bey tarafından durum tespit edilmişti. Bunun üzerine Nusrat bir gece gizlice tekrar boğaza açıldı ve boğazı tekrar mayınladı. Bunu bilmeyen, öngöremeyen düşman donanması boğaza kendinden emin bir şekilde girdiğinde de olan oldu.

Donanmanın ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldığı günün akşamı, Amiral Goupret bir savaş mahkemesi kurdu. Mahkemenin sanık sandalyesinde genç Yüzbaşı oturuyordu.

“Bana tüm mayınları temizlediğini rapor ettin!”

“Hepsi temizlendi efendim.”

“Peki gemilerimizi batıran neydi?”

Yüzbaşı başını öne eğdi ve:

“Mayınlar… Bir sürü mayın…”

Bu cevap Goupret için yeterliydi. Acımasız asker, askeri yargıç olarak kalemini kırdı. Vatana ihanetin cezası çok açıktı. İdam!

“Son bir sözün var mı?” diye sordu Goupret. Yüzbaşı, amiralin gözlerinin içine baktı ve son sözlerini söyledi:

“Baba, ben suçsuzum…”

Ertesi sabah gün doğarken Yüzbaşı Goupret’in cansız bedeni babasının Amiral gemisinin direğinde sallanıyordu.

Aradan yıllar geçti, savaş bitti, Goupret emekli oldu. Zaman oğlunun suçsuzluğunu ortaya çıkardı. Yüzbaşı Goupret’in vatan hainleri, kimsesizler ve adi suçluların gömüldüğü mezarlığa defnedilen naaşı oradan alındı ve devlet töreniyle, özellikle babasının yaşadığı sokaktan geçirilerek askeri mezarlığa defnedildi. Cenaze Goupret’in oturduğu sokaktan geçerken herkes balkonlara çıkmış genç erken yaşta hayata veda eden Yüzbaşı Goupret’i uğurluyordu. Evlerden sadece birinin balkonu boştu. O evde bir perde aralandı sadece. Oğlunu kendi elleriyle ölüme gönderen bir baba, tekerlekli sandalyesinden mesleğinden oğlunun önünde tuttuğundan pişman, oğluna onu sevdiğini hiç söylememiş olmanın verdiği acıyla hafifçe el salladı.

Yazar

Start typing and press Enter to search