Ruhi Sarı ile Babalar Günü Özel Sohbeti

Ruhi Sarı, benim her oyununu büyük bir hayranlıkla izlediğim bir tiyatrocu iken, sevgili Arte’nin doğumu sayesinde tanıştığım çok tatlı bir baba ve benim için çok değerli bir dosttur. Canım oğlum Ata’nın da tiyatroyla tanışmasında kendisinin büyük rolü vardır. Babalar gününü kutladığımız bu ay Ruhi Sarı ile bu röportajı yapabildiğim için çok mutluyum. 

Cici Doktorum: Ruhi’ciğim sana ilk sorum şu: Ruhi nasıl bir çocuktu?

Ruhi Sarı: O kadar zor bir soru ki bu… Cevaplamak için hafızayı yoklamak gerekli. Birincisi hayalperest bir çocuktu Ruhi. Kendi dünyasında yaşayan bir çocuktu. Mahalleden ve okuldan arkadaşları vardı. Arkadaşları ile hayal kurardı. Ama en çok da kendi başına kalıp hayal kurmayı severdi. Uçsuz bucaksızdı hayalleri ve hayal dünyasında gezinirdi. Büyümekten korkardı Ruhi… Büyümeyi reddetti her zaman. İşte Ruhi Sarı böyle bir çocuktu.

Cici Doktorum: Annenizle ilişkiniz nasıldı?

Ruhi Sarı: Annem benim en sevdiğim varlıktı çocukken. Hala en sevdiğimdir, en kıymetlimdir. Her şeyi annemden öğrendim. Annem klasik Türk annesiydi. Kızardı, bağırırdı… Köşeyi dönen terlikleri de vardı, hani kaçarken arkamızdan koridorun sonundaki odanın sağından dönen  terliklerden. Çok da iyi nişancıydı. Kardeşlerimle biz o terlikler bize atıldığında hep kahkahalar atardık. İki tane kız kardeşim vardı. Hep birlikte annemizi yorardık. Annemle bambaşka bir ilişkimiz vardı. Günümüz çocuklarından çok farklı  olduğumuz için bizde öyle depresyon yada psikolojik sorunlar falan yoktu. O zaman hayatımızda başka korkular vardı. 12 Eylül çocuklarıydık biz . Sığınacağımız liman da annemizdi.


Cici Doktorum: En sevdiğiniz oyuncağınız neydi? Hangi oyunları oynamaktan hoşlanırdınız?

Ruhi Sarı: Oyuncak bizim için oyuncakçıdan alınan bir şey değildi. Hayal dünyamız çok geniş olduğu için oynamak için oyun gereçleri yaratırdık bizler. Mesela benim evde en çok oynadığım şey bir elbise fırçasıydı. Hani pantolonların ceketlerin üzerindeki küçük tozları, top top parlak şeyleri almak için olan fırçalar varya. İşte o benim en kıymetli oyuncağımdı. O fırça bazen otobüsüm olurdu, bazen silahım, bazen tarağım… Kurduğum oyunda ne gerekiyorsa o olurdu. Şimdi öğrencilerle çalışırken onlara basit ev eşyalarıyla aynen bu şekilde  hayal kurmalarını öneriyorum.  Çocukken en sevdiğim oyuna gelirsek…Tabii ki klasik bir Türk çocuğu olarak mahallede top oynamak . Plastik bir topumuz varsa şanslıydık. Topumuz yoksa da topa benzettiğimiz herhangi birşey ile maç yapmak en sevdiğimiz oyundu. 


Cici Doktorum: Arte küçükken onunla hangi oyunları oynardınız? Şimdi baba-oğul en çok severek yaptığınız şey nedir?

Ruhi Sarı: Arte çok küçükken, tıpış tıpış yürürken ve pıtı pıtı konuşmaya başladığında biz  onunla en çok evde saklambaç oynamayı severdik. Bazen beni bulamadığı zaman korkardı ve ben bilerek yakalanırdım. Sobelemek için de inanılmaz bir çaba sarf ederdi. Çok eğlenirdim, çok gülerdim. Olur da ben onu sobelersem çok üzülürdü. Evin için de maç da yapardık bu gizli bilgi ama 🙂

Cici Doktorum:  Baba olmak sizde neleri değiştirdi?

Ruhi Sarı: Baba olmak bende çok şey değiştirdi. Hayatın başka bir evresine geçtiğimi düşünüyorum artık. Kendim dışında bir başka can için hayatı planlama dönemi başladı benim için. Bu duygu çok başka bir şey. Anne baba olmadan insanın evrimini tamamlayabileceğini düşünmüyorum ben artık. Arte ile tanıştığım günden itibaren hayatının başka bir dönemine geçtim. Evrim teorisi diye birşey varsa insan için doğurmak evrimi tamamlamak noktası diyorum.


Cici Doktorum:  Oğlunuzla kendi çocukluğunuzu karşılaştırdığınız zaman ne hissediyorsunuz?

Ruhi Sarı: Bu inanılmaz bir soru, çünkü ben bunu defalarca düşündüm. 51 yaşında bir aktör olarak, sekiz dokuz yaşındaki Ruhi’yi hatırlamaya çalışıp onunla konuşmayı deniyorum. Şimdi benim oğlum 12 sini bitiriyor, 13 üne giriyor. Ve ne olurdu biliyor musun? 13 yaşındaki Ruhi ile 13 yaşında ki Arte çok sıkı arkadaş olurdu.


Cici Doktorum: Z kuşağı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bizden çok mu farklı bir dünyada yaşıyorlar?

Ruhi Sarı:  Z kuşağı bizden çok mu farklı bir dünyada yaşıyor? Herkes “Bunlar acayip çocuklar”, “Bunlar öyleler böyleler” falan diyor. Eee, biz de zamanında kuşak farklılığı yaşayan çocuklardık. Biz de çok eziyet çektik üst kuşak alt kuşak çatışmasından. Bir şey var atlanan ve unutulan. Şu bir gerçek ki Z kuşağını da biz yarattık. Onların bu dünyasını onlara biz sunduk. Biz bize sunulmayan bir çok şeyin savaşını verip onlara sunduk. Hepsinin özgürlükçü olması için ve bizim yapamadığımız bir çok şeyi yapmaları için imkan sağladık. Şimdi de yapıyorlar. Biz korkardık, onlar korkmadan özgür davranıyorlar. Açıkçası ben çok seviyorum Z kuşağını. 


Cici Doktorum: Tiyatro ile ne zaman tanıştınız? Sanatçı olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz?

Ruhi Sarı: Bu çok komik bir hikaye. İlkokuldayken halk dansları yapıyordum ve okulun folklör ekibindeydim. Kartal lisesinin orta okuluna başladığımda yine folklöre devam etmek istiyordum. Hatırlarsınız bizim zamanımızda her sınıfta eğitsel kollar vardı ve bunlardan biri de folklör koluydu. Rehberlik dersinde bu kolların seçimi vardı. Hocamız tiyatro kolu demiş, ben onu folklör kolu anladım ve seçilmek için kolumu kaldırdım. Tesadüf bu ya benden başka da kolunu kaldıran yoktu sınıfta. Hocam “Evet Ruhi Sarı” dedi ve beni tiyatro koluna yazdı. Ben hocam yanlışlıkla oldu falan derken, “Yok yazdım artık seni” dedi ve ben o hafta okulun tiyatro kolları toplantısına gidip hayatımın akışını değiştirdim. Kartal Lisesi tiyatro alanında çok iyi bir liseydi. Sağlam bir tiyatro geleneği vardı, çok iyi hocalarımız vardı. Tiyatro ile işte böyle tanıştım ve kulisin tadını aldım. Sonra o liseden mezun olan abilerimizden biri olan Nihat Nadi Ülger ile amatör bir tiyatroya adım attım. Ardından konservatuar geldi ve profesyonel tiyatro yapmaya başladım. Tiyatrodan sinemaya, sinemadan televizyona sıçradım. Ödüller, oyunlar derken hayat benim için böyle devam etti. 

Cici Doktorum: Sanatçı olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz?

Ruhi Sarı: Öncelikle ben sanatçı değilim, bunun altını özellikle çiziyorum. Ben sadece oyuncuyum. Oyunculuk ve sanatçılık arasında fark nedir diye sorarsanız anlatayım. Ben yorumcuyum, sanatın bir kolunda üretilmiş bir eserin yorumunu yapan enstrümanım. Tıpkı şarkıcıyla bestekar arasındaki fark gibi. Oyuncu olmasaydım ne olurdum? Bunu hiç düşünmedim. Çünkü çok küçük yaşlardan beri kendimi en iyi ifade edebileceğim bir alanda kendimle buluşmak istedim. Benim kendimi en iyi ifade edebildiğim işin oyunculuk olduğunu düşündüğüm için de bu işi yapıyorum.


Cici Doktorum: Yapay zeka dünyada birçok mesleği etkiledi. Sizce gelecekte yapay zeka yoluyla Hamlet izleyecek miyiz?

Ruhi Sarı: İzlersiniz tabi. Neden olmasın? Ama keyfi alır mısınız? Onu bilemem. Çünkü Hamlet kanlı canlı duyguları olan, her aktör de farklı bir ton bulan, bu yüzden keyif veren bir oyundur. Duyguyu katamadığı sürece yapay zekadan asla keyif almayacaksınız.


Cici Doktorum: Arte baba, siz çocuk olsaydınız nasıl bir ilişkiniz olurdu?

Ruhi Sarı: Muhteşem bir ilişkimiz olurdu.  Şuan babamın Arte olması fikri bana çok cazip geldi. İnanılmaz çok eğlenirdik, kesinlikle çok keyif alır ve mutlu olurduk. Baba o olsaydı ben kesin çok şımarık bir çocuk olurdum.
Cici Doktorum: Sevgili Ruhi, bu samimi ve içten sohbetin ve bu iş yoğunluğunda Cici Doktorum Dergisi’ne vakit ayırdığın için çok teşekkür ederim. Babalar Günün kutlu olsun.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

Start typing and press Enter to search