Bakmak ve Görmek Görme Yetisi İle Sınanan Ressam Edgar Degas
Edgar Degas (Hilaire-Germain-Edgar De Gas) 19. yüzyılın en önemli sanatçılarından ve ressamlarından biriydi ve bu etiketi reddetmesine rağmen Empresyonist Hareket’in önemli bir figürüydü.
1834’te Paris’te doğan Degas’nın ailesinin New Orleans ve Haiti’den gelen karma bir kültürü vardı. Ama Degas, yetişkin olduğunda bu yapmacıklığı reddetti. 1845’te Lycée Louis-le-Grand’tan mezun olduktan sonra sanat eğitimi almayı planlıyordu ama babası onun avukat olmasını beklediğinden hukuk eğitimi almak için Paris Üniversitesi’ne kaydoldu. Bu zoraki okulda elbette iyi bir öğrenci olamadı ve birkaç yıl sonra École des Beaux-Arts’a geçip ciddi bir şekilde sanat ve çizim eğitimi almaya başlayarak yeteneğini ortaya çıkaracak fırsatı buldu.
Degas, basit çizimlerle birden fazla konunun doğru ve sanatsal yorumunu yapabiliyordu. Bu beceri, kendi tarzına olgunlaştıkça, dansçılar, kafe müşterileri ve günlük yaşamlarında hazırlıksız yakalanmış gibi görünen insanların tasvir edilmesini sağladı. 1856’da Degas, İtalya’ya gitti ve ilk şaheseri olan teyzesi ve ailesinin bir resmi üzerinde çalışmaya başladı.
Degas bir ‛tarih ressamı’ olmak istiyordu, tarihin sahnelerini dramatik ama geleneksel bir şekilde tasvir eden bir sanatçıydı. Ancak, İtalya’da ‘Bellelli Ailesi portresi’ ni yaptığı süre boyunca Degas, gerçek hayatı olduğu gibi tasvir etmeye heveslendi ve gerçekçilik akımını takip etmeye başladı. Portre, rahatsız edici olmadan yenilikçiydi. İlk bakışta, geleneksel bir portre gibi görünüyordu ama tablonun kompozisyonunun birkaç yönü Degas’nın resme getirdiği derin düşünce ve inceliği gösteriyordu. Ailenin reisinin, karısı kendinden emin bir şekilde poz verirken sırtı dönük bir şekilde oturması, o dönemin bir aile portresi için alışılmadık bir sahneydi ve ilişkileri ve kocanın evdeki statüsü hakkında çok şey ima ediyordu. Aynı şekilde, iki kızın pozisyonu ve duruşu da birbirleriyle ve ebeveynleriyle olan ilişkileri hakkında çok şey söylüyordu. Degas, resmin karmaşık psikolojisini kısmen her birini ayrı ayrı çizerek ve sonra onları aslında hiçbir araya gelmedikleri bir pozda birleştirerek elde etti. 1858’de başladığı resmi 1867’ye kadar tamamlayamamıştı.
1870’te Fransa ve Prusya savaşı çıktığında Degas, Fransız Ulusal Muhafızları’na katılmak istedi ve hayatının geri kalanı için endişeleneceği o büyük haberi aldı. Ordu doktorları görme yetisinin zayıf olduğunu ve ilerleyeceğini söylüyorlardı.
Savaşın ardından Degas New Orleans’a taşındı. Orada en ünlü eserlerinden biri olan ‘New Orleans’ta Bir Pamuk Ofisi’ni çizdi. Degas yine insanları (gazete okuyan kardeşi ve önde kayınpederi) tek tek çizdi ve sonra resmin kompozisyonunu oluşturdu. Gerçekçiliğe olan bağlılığı ve resmin planlanmasına gösterilen özen, tasvir edilenlerde kaotik, rastgele bir “anlık görüntü” etkisi yaratıyordu. Her şeyi renk aracılığıyla mekandaki tüm figürleri birleştiriyordu.
Degas, babasının 1874’te vefat etmesiyle kardeşinin büyük bir borç biriktirdiğini öğrendi. Degas, borçları ödemek için kişisel sanat koleksiyonunu satmak zorunda kaldı ve satabileceği konuları resmetmeye başladı. Her şeye rağmen Degas, en ünlü eserlerini bu dönemde yarattı, en dikkat çekici olanları balerinleri tasvir ettikleriydi. Dansçılar popülerdi ve satılıyorlardı. Ama tek sebep bu değildi. Renkleri ayırt etmede yaşadığı zorluk, ışık hassasiyeti yani retina hastalığı ilerliyordu. Retinopatisi parlak ışıkta görmesini zorlaştırdığı için Degas, iç mekanlarda, bale ve operanın düşük ışığında çalışmayı tercih ediyordu.
1876’da tamamlanan ‘Dans Dersi’ olduğu gibi gerçekçiliğe bağlılığı devam ediyor ve anı yakaladığı çizimler yapıyordu. Bir gösteri yerine bir prova tasvir ediyordu; dansçıları, uzayda zarifçe hareket eden eterik figürler değil, bir mesleği icra eden işçiler olarak göstermeyi seviyordu. Taslak çizimindeki ustalığı, hareketi zahmetsizce ima etmesine olanak tanırdı; dansçılar yorgunluktan esniyor ve çöküyor, öğretmenin neredeyse sopasını yere vurarak ritmi saydığı görülüyordu. Degas, 1880’lere kadar Garnier Opéra’nın sabit bir parçasıydı ve hem performanslara hem de provalara katılıyordu. Degas dansçılarıyla, sadece sahnelenen dans değil, prova odasının veya sahne arkasının dünyası, dansçıların bir performanstan önceki hazırlıkları, gerginlikleri ve sonrasında gelen daha rahat, gündelik anlarını resmediyordu. 1800’lerin sonlarında, Romantik balenin altın çağı, dikenli cinsel politikalar ve güç dengesizlikleriyle dolu, yakışıksız bir kabareye dönüşmüştü. Çoğunlukla yoksul geçmişlere sahip olan kadın dansçılar, ailelerini geçindirmek için çocukken akademiye girdiler. Orada, zengin erkek abonelerin servetlerini yapma veya bozma gücüne sahip olduğu Opéra’nın acımasız genelev kültürünün insafına kalmışlardı. Degas’nın bu sahne arkası dinamiklerine olan hayranlığı, siyah smokinli kısmen gizlenmiş bir figürün sahnedeki genç balerin arkasında gizlendiği L’Étoile’da (1879) açıkça görülebiliyordu.
Kırklı yaşlarına geldiğinde Degas, görme yetisini iyice kaybetmişti. Kötüleşen görme yeteneği çalışmalarını etkilemiş, çalışmaları giderek daha taslak ve kaba hale gelmişti. Aslında, gölgelendirme çizgilerinin aralıkları, görme keskinliği kötüleştikçe artmıştı.
Sahil Sahnesi. Tarih: 1869–1870
Rus Dansçılar. Tarih: 1899
Daha geniş vuruşlara, daha cesur renklere ve fotoğrafçılık, baskı gibi uğraşlara yönelmişti.
Dansçılardan ve çıplak figürlerden, arkadaş ve aile portrelerine ve hatta otoportrelere kadar uzanan konularda fotoğrafları, resimlerine benzer estetik kaygılar sergiliyordu. Genellikle sadece tek bir ışık kaynağı kullanan Degas’nın fotoğraflarındaki figürler karanlığın içinden çıkıyor ve resimlerinin şaşırtıcı yakınlığını yansıtıyordu. Degas, fotoğrafçılığı özellikle sıra dışı kompozisyonlara olan ilgisine uygundu ve kariyeri boyunca fotoğraflardan çizim ve boyama yapmaya devam etti.
Hastalığı ilerliyordu, 57 yaşına geldiğinde artık okuyamıyordu bile. En azından dokunma duyusuna güvenebileceğini düşündüğü heykel sanatına daha fazla yöneliyordu ve ‘Artık körlerin işini öğrenmeliyim’ diyordu. O dönemdeki sanat eleştirmenlerinden biri Degas ve onun eskizlerini, ‘sanatçının sakatlığına karşı verdiği bu mücadelenin trajik tanıkları’ olarak alaya alırken ironik bir şekilde, Degas; ‘Ressam ancak ne yaptığını artık bilmediği zaman iyi şeyler yapar.’ Diyor ve kariyerinin en güzel eserlerini vermeye devam ediyordu.