Baba, Oğul ve Morfin
Bu ay babalar gününü kutluyoruz. Varlığımızın temeli olan babalarımızın gününü… Nedir babalar gününün çıkış noktası? Usta yazar Orhan Bahtiyar tarihimizin kahraman babalarından birinin öyküsünü sizler için kaleme aldı.
Babalar günü dendiğinde genelde akla gelen, bir Amerikan iç savaşı gazisinin kızının, anneleri olmadığı için altı kardeşini büyüttüğü için babasına atfen bir babalar günü olması gerektiği fikridir. Bu fikir zamanla olgunlaştı ve 1972 yılında babalar günü ve resmi tatil ilan edildi. Ben bu tür günlerin ortaya çıkış amaçlarını kaybettiği düşündüğüm için hep temkinli yaklaşırım. Ama illa bir babalar günü olacaksa bu günün çıkış noktası Çanakkale kara savaşlarında yaşanan dramatik bir olaydır.
Çanakkale Kara savaşlarının en kanlı günlerinde zavallı tabipler ve hemşireler oradan oraya etekleri tutuşmuş halde koşturuyorlar, vatan için açılmış yaralara merhem olmaya çalışıyorlardı. Dışarıda kurulan tahta bir masaya yaralanalı sadece dakikalar olmuş askerler getiriliyor ve yatırılıyordu. Ellerinde ne tıbbi malzeme vardı ne de ilaç. Kırklı yaşlarında bir tabip önüne yatırılan askerlere bakıyor, kurtulabilecek gibi olanlara ellerinde zaten çok bulunmayan morfin yaparak acılarını dindiriyor ve sahra çadırlarına tedavi için yolluyordu. Kurtulması imkansız olanlar için söylediği tek bir cümle vardı zavallı adamın;
“Bunu kaldırın…”
Bu cümleyi duyan sıhhiye erleri yaralı askeri hemen ilerideki boş alana taşıyor ve ağlayarak, askerin tüm yakarışlarına rağmen onu güneşin altında ölüme terk etmek zorunda kalıyorlardı.
Üstübaşı kan içinde kalmış olan doktorun karar masasına yeni bir yaralı geldi. Doktor yaralının yüzünü görüp duygusal bir karar vermesin diye gelen yaralının yüzü sıhhiye erleri tarafından özellikle kapatılıyordu. Ancak duyulan acı dolu inlemeler ve çığlıklar, yeterince zorlayıcıydı. Tabip önüne gelen yaralı askerin yarasına uzun uzun baktı. Zavallı askerin belden aşağısı neredeyse yok gibiydi. Muhtemelen bulunduğu yere bir top mermisi isabet etmişti. Bacakları kopmuş, bağırsakları kopan bacaklarının kemiklerine dolanmıştı. Yapacak bir şey olmadığını anlamak için doktor olmaya gerek yoktu ve doktor kimsenin duymak istemediği o cümleyi bir kez daha kurmak zorunda kaldı;
Bunu kaldırın…
Az önce acı içinde bağıran asker bir anda susmuştu. Sıhhiye erleri yaralı askeri tam kaldıracakken askerin sesi yeniden duyuldu.
“Baba… Kurtar beni yalvarırım…”
Bir anda buza kesmişti ortalık. Yaz sıcağında kutup soğuğu çökmüştü Çanakkale üzerine. Sıhhiye erlerinden biri yaralı askerin yüzündeki örtüyü kaldırdı hafifçe ve baba-oğul yüz yüze, göz göze geldi o an.”
“Doktor bir işaretle sıhhiye erini uzaklaştırdı oğlunun başından ve saçlarını okşadı biricik yavrusunun uzun uzun.
Benim arslan oğlum… diyordu bir yandan bunları yaparken. Zavallı çocuk babasının elleriyle arasında rahatlamış, huzur bulmuş, inlemeleri kesilmişti. Doktor oğlunun burnundan ve kulaklarından akan kanı temizledi nazikçe ve alnına bir öpücük kondurdu. Daha sonra kenarda bekleyen sıhhiye erlerine dönerek son sözünü söyledi.
“Bu benim oğlumdur. Onu gölge bir yere kaldırın.”
Sıhhiye erleri acıdan kendinden geçen zavallı çocuğu, babasının son isteğine uyarak bir zeytin ağacının gölgesine bıraktılar yavaşça. O sırada başka bir asker gelip bırakılmıştı bile masaya. Doktor masaya başka bir yaralı bırakan erlere dönerek donuk bir ifadeyle;
Tıp okuyordu… Seneye tabip çıkacaktı… dedi ve önüne yatırılan askerin yarasına bakmaya başladı. Kısa bir muayeneden sonra, az önce oğluna yapamadığı morfini önünde yatan askere zerk etti ve;
“Sıhhiye çadırına…”dedi bir yandan metrelerce ötede cansız yatan oğluna bakarken.
Doğrudur; babaların, babalarımızın hakkı ödenmez. Lakin, vatan ile evlat arasında sıkışıp kalan bir babanın verdiği bu asil ve zorlu kararın hakkı asla ödenmez. İllaki bir babalar günü kutlanacaksa eğer, hikayesi de bu olmalıdır.
Cicidoktorum diyor ki…
Sizi bilmem ama boğazım düğümlenerek okudum bu öyküyü… Kim Bilir tarihimizde yazılmayan daha ne kahraman babalar vardır diye de düşünmeden edemiyorum…