Utku Gürtunca

6 Nisan 1969 tarihinde Bursa’da dünyaya geldim. Anne ve babam da Bursa doğumlu ama dedelerin bir kısmı Yunanistan bir kısmı Bulgaristan’dan göçle Türkiye’ye gelmiş. O yüzden aslında kökene bakılırsa Balkan göçmeniyim de denebilir.

İlk ve orta öğretim Bursa’da bitti. Bursa Erkek Lisesi mezunuyum ve bundan da gurur duyarım. Kuruluşu 1883 olan hayli köklü bir lisedir lisem. 

Üniversite eğitimini Ankara’da Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dilbilimi bölümünde tamamladım. Yani diplomalı dilbilimciyim. 

Yazarlık kariyeri ile öne çıktım, tanınan işlere de böylelikle imza attım. 18 yaşında başlayan amatör bir mizah yolculuğunun şu ana kadar geldiği noktayı yaşıyorum. 16 yaşında elinde yazdığı yazılarla postaneye koşan o Bursalı hevesli çocuğun 36 yıldır süren koşusuyum. O çocuk hala koşuyor ve iyi ki de koşuyor. Çünkü koştukça da ben coşuyorum. 

Televizyon programlarında, dizilerde ve reklam dünyasında yazdım yıllarca. Yazmaya da devam ediyorum. Bir süre hem TV’de hem reklam dünyasında hem de bir gazetede aynı anda yazarlık yaptığım bir dönem de oldu. Hatta yazarak Türkiye’nin çok iyi bildiği 3 çifti evlendirdim. Arçelik robotu Çelik ile eşi Çeliknaz, 1 erkek 1 kadın dizisindeki Zeynep ve Ozan, Kocan Kadar Konuş serisinin ikinci filminde Ezgi Mola ile Murat Yıldırım’ın canlandırdığı karakterler benim sayemde evlenen çiftler.  

8 kitabım, emek verdiğim 2 uzun metraj filmim, yazar ekibine dahil olduğum çok sayıda TV projesi ve sayısını unuttuğum kadar çok reklam filmi var kariyerimde. Yani aslında beni değil belki ama yaptığım işleri çok iyi tanıyorsunuz. Utku herkesin aslında bildiği görünmez adamlardandır da diyebiliriz ve ben bunu çok seviyorum. Kendi yazdığınız bir filmi herhangi bir sinemanın sıradan bir seansında seyretmek, senaristin yanında olduğunu bilmeden insanların verdiği gerçek tepkileri anında duymak hem çok heyecanlı hem de tarifsiz zevkli. Bunu yaşadığım için cömert davranılmış şanslı bir kulum da diyebilirim rahatlıkla.          

***

Nasıl bir çocuktun? Yaramaz mı? En sevdiğin oyun/oyuncağın neydi?

Ben uslu bir çocuktum. Hani koyduğun yerden al tarzı. Hatta eve temizliğe gelen bir kadın beni saksı sanıp içime çiçek ekmeğe kalkmış o derece. Ama sanılanın aksine ben içi yaramaz bi çocuktum. Kayıttaydım ve kimse farkında değildi. Sanırım ABD duruma uyandığı için ben doğduktan 3 ay sonra Ay’a çıktı. Hani “ bu geldi artık bi başka gezegen baksak iyi olur ” diye düşünmüş olsalar gerek. 

Ben klişe oyuncaklarla oynamazdım. Oyuncak diye alınmış objeleri kendi aralarında konuştururdum. Bir nevi oyun bozanlık. Bugün bile tavlayı değiştirerek oynamayı severim. Hani senin attığın zarı ben oynayayım, benimkini de sen önerisi mesela bunun en basiti. Kalıbı ters çevirmek, “ bir de bu yandan baksak ya ” cingözlüğü beni sürekli oturduğu yerden ortalığı karıştıran bir paşa çocuk yaptı.  

***

İçindeki çocuk hala yaşıyor gibi gülüyorsun. Peki o çocuk sana neler fısıldıyor?

İçimdeki çocuk bana fısıldamıyor ki. O kumandada zaten. Ben arada “ olum biraz büyüsek mi ne dersin?! ” diye ona fısıldıyorum. Ah şu yükselen burcum Başak yok mu? Yoksa o sussa koç Burcu çocuk Utku kim bilir daha neler yapardı?!

İçimdeki çocuk hep bana bir şeyler söyledi içeriden. Okul yıllarında öğretmenin sorularına önce saçma cevap verip ortalığı karıştıran, sonra doğrusunu söyleyip yırtan bir tembel yaramaz çalışkan kırmasıydım. 

Zamanla görüş alanıma TV’de yayınlanan Türk filmleri girdi. Aileler toplaşır, sakin sakin filme bakıp ağlanacaksa ağlar gülünecekse gülerken ben illa ki bir saçma yan bulurdum. Aslında bulmazdım , onlar bana görünürdü. Hatta ben siz nasıl görmüyorsunuz diye şaşardım etrafımdakilere. Zamanla akrabalar arasında Utku ile Türk filmi izlemek diye bir durum oluştu. “ ay bu çocuk alem, neler görüyor böyle velet ” dendikçe ben hepten coştum. Aslında kapalı devre stand up komedyendim. Ama ne ben bunun farkındaydım ne de polis farkındaydı.     

O içimdeki çocuk eve babamın getirdiği mizah dergilerine amatör yazılar yazma fikrini aklıma soktu. Ve de 1985 senesi yazında bu yolladıklarım İstanbul’daki ağabeylerce beğenilip dergiye basılmaya başlayınca, hele ki bi de telif ücretleri gelmeye başlayınca artık kumandada içimdeki çocuk vardı. Bana geri kalan ayak işlerini yapmak düşüyordu. 

O çocuk hala kumandada olduğu için 52 yaşını bitirmiş bir çocuk olarak aranızda dolanıyorum. Siz de sağolun bu çocuğu kırmıyorsunuz.  

***

Ne zaman yazabildiğini fark ettin? İlk yazdığın öykü/şiir neydi?

Lise 2 öğrencisiydim. Fırt mizah dergisinde ilk yazılarım yayınlanınca aaa ben de o abiler gibiyim galiba dedim, elimdeki derginin yazar çizerlerine bakıp. İstanbul’da olanlar daha şanslıydı tabii. Onlar işlerini elden dergiye götürüp eleştiriyi birinci ağızdan alıyorlardı. Benimse sesimi duyurmamın tek yolu mektupla işlerimi yollamaktı. Yani birebir kör kuyuya taş atar misali. Bir oyun gibi başladı her şey ve hala oyun gibi kaşması için elimden geleni yapıyorum. 

***

Komedi yazabilmek için komik mi olmak gerek? 

Hayır, komediyi görebilmek gerek. Önce sorunu görmek lazım ki eleştiresin. Mizah aslında sert bir iştir. Demir bir leblebidir mizahı hazmetmek. Mizahçı sorunu şekere bulayıp sunar ki kana daha çabuk karışsın. Yani mesaj alınsın, sorun görülsün. O yüzden mizahçılarla sohbet çok eğlenceli de değildir sanıldığı kadar. Düşünsenize sürekli sorunların altını çizen bir adam. 

Mizah yazmak, komedi ile mesaj iletmek zeka isteyen bir iştir. Zeka olmadan mizah yaparsanız mizah yapamaz, mizah malzemesi olursunuz. 

***

21 yaşında bir kızın var. Baba olmak sende ne değişiklikler yaptı? Bakış açın ya da mizahın etkilendi mi?

Kızım Defne de çok şükür ki mizah algısı çok  yüksek bir kız. Benim kadar üretmeyi değil ama çok sıkı anlamayı tercih ediyor. Çünkü mizah tek kişilik bir iş değil, yapan kadar anlayan da önemli. Defne çok zor da beğenip gülen bir kız. Hem Z kuşağı hem de küçüklüğünden beri etrafında hep mizah konuşuldu. Komedinin gülmecenin hep daha iyisini bulmaya koşullandı. 

Defne’nin bana kattığı sadece sıkı bir mizah anlayanı olması değil. Onun sayesinde ben gençleri de gözlemleyebiliyorum. Çağı yakalamak mizahçı için şart. Zira sorunları anlatmak için sorunun muhatabı her kesime ayrı bir tavır ve dil geliştirmelisiniz. Ben yaptım bir zahmet siz de anlayın demekle mizahçı olunmaz. Ukala olunur. Ukalaları da kimse sevmez.   

***

Utku neler yazdı şimdiye kadar? Yazmak dışında ilgi alanları neler?

Utku mizah dergilerine , tv şovları ve dizilerine,  günlük gazetelere yazdı. Örneğin Sabah gazetesinde 15 yıl neredeyse her gün yazdı. Tiyatro gösterileri yazdı. Stand up komedyenlere espriler, sahne şovları yazdı. Çok sayıda reklam filmi ve ilan metni yazdı. Son yıllarda da içinden bir şair çıktı, şiirler yazmaya başladı. Adam yazmayı seviyor, yapacak bir şey yok.    

***

Veee gelelim 1Kadın 1Erkek’e… Hepimiz ekranda kendimizi izledik adeta. Bu başarıyı neye borçlusun?

Soruyu neye borçlusunuz olarak değiştireyim. Zira ortada bir başarı varsa o en az 6 kişilik  kadın erkek karışık ( bu şart ) bir yazar ekibinin, çok uyumlu 2 oyuncunun, iyi bir yönetmen ve teknik ekibin, iyi de bi yapımcının emeği. 

Çok sevdiğimiz, çok doğal yazdığımız, gerçek hayatı aktardığımız, boyasız makyajsız, gücünü gerçeklikten alan bu yüzden de yazması oynaması çekmesi zor bir işti. 

Dünyada oynadığı her ülkede sevilmiş bir format. Türkiye’de 7 sezon sürdü. İlk sezon hariç tüm sezonlar sıfırdan yazıldı. Yani sanıldığı gibi metin uyarlaması değil. 

Kadın ve erkeğin Venüs Mars karşıtlığı zaten dünyadaki mizahın neredeyse ilk günden beri temeli. Bu proje tamamen buna odaklanıp alenen ortaya saçınca insanlara anında geçti iş. 

Bizim için o işin alkışı “ ay altımıza ettik gülmekten ” cümlesini duymak değildi. “ siz bizim eve kamera mı yerleştirdiniz? Beynimize çip mi taktınız?!” soruları en büyük alkışımızdı ve bu alkış hiç eksik olmadı çok şükür. Hatta dizi biteli onca zaman olmasına rağmen hala da sürüyor. 

***   

Çocuklarımızın yazmasını desteklemek için anne-baba olarak nasıl yönlendirelim? Ne yapmalıyız? Ve hatta ne yapmamalıyız?

Yaz dememelisiniz her şeyden önce. Keşfetmesini sağlamalısınız yazmayı. Yazmak not kaygısıyla, ana baba baskısıyla olacak bir şey değil. Yazmak kişinin elindeki kalemle kendini kazıması sanatı. Bunun için de çocuğa kendini dinleyecek, kendiyle konuşacak, kendini ve çevresini sorgulayacak bir özgüven vermek şart. 

Yazmak için önce okumak gerek. Ama bu ille kütüphane dolusu kitap okumak demek değil. Hayatı, dünyayı, ülkenin gündemini, gerçeğini okumak da kitap okumak kadar önemli.  

Bir de çağın gereği neyse o yöntemle yazsın bırakın. Bizim zamanımızda okullarda ödevler dolma kalemle yapılırdı. Belki de o yüzden bir daha hayatım boyunca elime dolma kalem almadım. Bu çağda artık çocuğun önüne daktilo da konmaz. Ama daktiloyu o keşfedip yazıyorsa da karışılmaz. 

Ve çünkü ve illa ki ve inanın ki akacak yazı da beyinde durmaz.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

Start typing and press Enter to search