Gebelik, Doğum ve Emzirme Bir Bütündür

Bir kadın gebelik dönemi süresince hormonal, fizyolojik ve anatomik olarak çok güçlü değişimler yaşar. Gebelikle birlikte yükselen östrojen ve progesteron düzeyleri anne adayının hem fizyolojik hem de psikolojik ihtiyaçlarında önemli ölçüde hassasiyetler gelişmesine neden olur. Örneğin, gebe bir kadının vücudundaki östrojen seviyeleri gebe olmayan bir kadına oranla yüz elli kat yüksektir. 

Doğumun ardından annenin vücudunda tekrar bir değişim aşaması yaşanır. Bu kez progesteron seviyeleri düşer ve annenin bebeğine süt üretebilmesi için oksitosin ve prolaktin seviyeleri yükselmeye başlar. Bu ve bunun gibi çok çeşitli hormonal değişimler, kadının hem gebelik sürecinde hem de doğum ve doğum sonrası dönemde duygusal açıdan dalgalanmalar yaşamasına neden olur. Bu nedenle, özellikle gebelerin ve yeni annelerin yaşadıkları psikolojik süreçlere eşleri, yakınları ve sağlık uzmanları tarafından destek verilmesi son derece önemlidir.

Doğum anıyla birlikte ailede çok büyük bir heyecan yaşanır. Bebek dünyaya gelir ve bir anda tüm aile fertlerinin ilgisi bebeğe yoğunlaşır. Oysaki bu ilgi, hem anne hem de bebek olmak üzere iki odaklı oluşturulmalıdır. Dünyaya gelen her bebek, anne karnındayken annesiyle kurduğu güven ve sevgi ilişkisini, doğumdan sonra da sürdürmeye ihtiyaç duyar. Anne ve bebeği arasında çok güçlü bir ten bağı vardır. Bu nedenle bebek anneden ayrılmak istemez. Bir bebeğin kendini en mutlu ve güvende hissettiği yer annesinin koynudur.

Dünya Sağlık Örgütü, UNESCO ve UNICEF 

“Bebeklerin ve çocukların bakımı” hakkında hazırladıkları tavsiye raporunda şöyle der:

“Bebekler, doğum anında hızlı bir biçimde öğrenmeye başlarlar. Onların büyüdükçe gelişecek olan hızlı öğrenme becerilerini, aldıkları sevgi, ilgi ve uyarımlar destekler. Doğumdan sonra ilk bir saat içinde kurulan ten teması ve emzirme, bebeklerin daha iyi bir büyüme ve gelişim elde etmesine yardımcı olur ve de anneleri ile kurdukları iletişim, huzurlu olmalarını sağlar. Bebeğin çevredeki dünyayı keşfetmesi kullandığı dokunma, işitme, koku, görme ve tat gibi araçlar aracılığıyla olur. Bebeklerin zihinleri, onlara dokunulduğunda, onlarla konuşulduğunda ve farklı nesnelerle karşılaştıklarında hızlı bir biçimde gelişim özellikleri gösterir. Bebekler, doğumun ardından sevildiklerini ve güvende olduklarını hissettiklerinde çabuk öğrenir; hızlı bir gelişim grafiği gösterirler”.

İnsan yavrusu, annesinin teninde olmaya ihtiyaç duyar. Biz insanlar, diğer tüm memeli canlılarda olduğu gibi yavrumuzu tenimizde beslemek bakımından çok önemli bir avantaja sahibiz: emzirme becerisine… Bu beceri tamamen doğal ve türe özgü bir beceridir. Her memeli türü kendi yavrusunun sağlıklı gelişimini kendi ürettiği süt ile sağlar. Biz insanların zihinsel, bedensel ve duygusal bakımdan diğer memeli türlerinden üstün birtakım özelliklere sahip olduğu kabul edilmektedir. Öyleyse, kendi bebeklerimizin sağlıklı gelişimlerini destekleyebilecek en doğru besin kendi türümüze ait olan anne sütü olacaktır.   

Doğum yapma şekli emzirmeyi etkiler mi?

Yani, doğum yapma şekli (vajinal/sezaryen) ile emzirme başlangıcı ve süt üretimi arasında doğrudan bir ilişki var mıdır?

Hayır, doğum yapma şekli ve süt üretimi arasında bir ilişki yoktur. Çünkü süt üretimi salgı aktivasyonu hamileliğin ortalarında başlar (Lactogenesis 1) ve doğumun hemen ardından bebeğin emmesiyle birlikte süt dışarı çıkar (Lactogenesis 2). Dolayısıyla doğum yapma şeklinin, Lactogenesis 1’e etkisi olmayacaktır. Ancak, Lactogenesis 2’ye etki edebilir ve emzirme başlangıcı doğum yapma şekli ile ilişkili olabilir. Buradaki asıl konu, doğum yapma şeklinden çok doğum sırasında kullanılan ilaçlardır. Bilindiği gibi, günümüzde hem sezaryen hem de vajinal doğumlarda kullanılabilen bazı analjezik ve anestezik ilaçlar vardır. Kullanılan bu ilaçların, emzirme başlangıcını kısmen olumsuz etkileyebileceği düşünülmektedir.

Anne sütünün bebek ile ilk buluşmasını en sık geciktiren faktörler şunlardır:

  1. Genel anestezi ile sezaryen doğum  (%56)
  2. Suni sancı ve epidural anestezi ile vajinal doğum  (%42)
  3. Epidural anestezi ile sezaryen doğum  (%27)
  4. Anestezi ve Analjezi olmaksızın (doğal) vajinal doğum (%16)

Bu bağlamda şunu belirtmekte fayda olabilir, ilk sütün verimi ya da emzirme başlangıcının başarısı, erken emzirme ile yakından ilişkilidir. Çünkü bebeğin bir an önce emzirmeye başlatılması, bebeğin emme becerilerinin gelişmesi ve annenin süt üretimi açısından olumlu sonuçlar verecektir.

Gebelik, doğum ve emzirme aynı sürecin aşamalarıdır. 

Bebek dünyaya geldiği anda anneden ayrılması ve o anda annesini emmesine izin verilmemesi, aslında bebeğin bu durumdan fizyolojik ve psikolojik açıdan son derece olumsuz etkilenmesine neden olabilir. 

Yapılan çalışmalarda doğumun hemen ardından bebeklerin hızlıca annelerinden ayrılmalarının, hipotermi ve düzensiz solunum riskini arttığı gözlemlenmiştir. Çünkü bebekler annelerinin rahim içindeki sıvı ve güvenli ortamından, oksijen alanı olan dış dünyaya çıktıklarında son derece karmaşık olan fizyolojik ve psikolojik süreçler yaşadıkları bilinmektedir. Doğumun hemen ardından annesinden ayrılan bebek, uzun süre ve oldukça yüksek desibelde ağlamaya başlar. Bu ağlama, aslında bebeğin yaşadığı stresi ifade etmektedir. Bu stres, bebeğin kortizol seviyeleri yükselterek bağışıklık sistemini baskılayabilir. Ayrıca bebeğin zihinsel süreçlerini, sindirim ve böbrek fonksiyonlarını da olumsuz etkileyebilir. Bu anlamda yapılan çalışmalar bebeğin bu dünyaya annesinin sıcak teninde uyum sağlamasına izin vermenin, fizyolojik ve psikolojik açıdan bebeğin sağlığını olumlu etkilediğini ortaya koymuştur. 

Emzirmek, bir bebeğin zihinsel, fizyolojik ve anatomik gelişim ihtiyaçlarını karşıladığı gibi, aynı zamanda sevgi ve güven ihtiyacını da karşılar. Bu nedenle yeni doğan bir bebek sık emzirilmelidir. 

Öncelikle anneler, emzirmenin doğal ve normal bir fizyolojik işleyiş olduğunu bilmelidirler. Bir annenin bebeği için yeterli sütü üretebilmesi için sütüne inanması son derece önemlidir. Aynı zamanda sütünü ölçmeden ve endişelenmeden; yer, zaman, saat, süre tutmadan sık sık bebeğini emzirmelidir.

“Bebeğinizi ağladıkça emzirin!” önerisi, doğru bir öneri değildir. 

Eğer bebeğinizin kısa zamanda emme becerilerinin gelişmesini istiyor iseniz, onu henüz ağlamadan, hafifçe mızırdandığında hemen emzirin!

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), bebeklerin ilk 6 ay günde en az 8-12 kez emzirilmesini önerir. Anne sütü, yenidoğanın midesinde midenin tam dolu haliyle yaklaşık 90 dakikada sindirilir. Yani, bebek 1.5-2 saatte bir emme seansına hazırdır. Ancak, yeni doğan bebek memeyi tam boşaltamadan yorulabilir; kısa emebilir. Bu nedenle özellikle yeni doğan bir bebek daha sık emzirilebilir. Buradaki temel ölçüt, memenin tam boşaltılması olmalıdır. Bu nedenle de bebek memeyi boşaltana kadar memeden ayrılmamalıdır. Bunun için herhangi bir emme süresi telaffuz etmek doğru olmaz. Yeni doğan bebek, güçlü bir emme refleksiyle doğar ancak, bu refleksi memeyi tam olarak boşaltabilecek kadar aktif bir koordinasyonla uzun süre sürdüremeyebilir. Bu anlamda yeni doğan bebek bir acemilik yaşar. Acemiliği atlatıp, emme koordinasyonunu tam kurabilmesi için pratik yapmaya ihtiyacı vardır. Bu nedenle de daha sık emmek istiyorsa, emmelidir.

Cici doktorum diyor ki!

Emzirmek ile anne bebek arasında bir ömür boyu sürecek ilişkinin ilk adımları atılır.

Emzirme Psikoloğu

Start typing and press Enter to search