Thomas Bernhard’ın Soluğu
Writing is like breathing for me. I can’t live without it.
Thomas Bernhard
Uzun Almanca kelimelerden ‘’Nestbeschmutzer’’, kabaca “kendi yuvasını kirleten kişi” anlamına gelir; kendi ülkesini veya ailesini karalayanlar için kullanılır. Avusturya’da bu kelime ile özdeşleşen kişi ise oyun yazarı ve şair Thomas Bernhard’dır.
Bernhard’ın memleketi Avusturya, onun nefret etmeyi sevdiği ilham perisiydi. 16 roman ve kısa öykü, kısa öykü, şiir, 20’den fazla oyun ve beş etkileyici cilt anının yazarı olan Bernhard, sahnede bir yığın gübre ile temsil ettiği Avusturya’nın Nazi mirasıyla alay ederdi. Sadece Avusturya’nın kendine özgü bir Nazi-Katolikliği olduğunu düşünmüyor, aynı zamanda görünüşte liberal, sanatsal üst-orta sınıfını da eleştiriyordu. Üstelik, Bernhard ile ülkesi arasındaki duygular karşılıklıydı. Avusturya ve Avusturyalılar da onu hem seviyor hem de nefret ediyordu; ülkenin en önemli edebiyat ödüllerini veriyor ama birçok Avusturyalının umutsuzca unutmak istediği Nazi mirasını sürekli hatırlattığı için öfke duyuluyordu.
1988 yılında, Avusturya’nın Adolf Hitler tarafından ilhak edilmesinin ellinci yıl dönümünde Thomas Bernhard’a bir oyun siparişi verildi. Yazar anma törenine katılmayı önce reddetti ve ama daha sonra Avusturya’nın siyasi ve kültürel elitini iğnelemek için böylesi bir fırsata karşı koyamadı ve ortalığı karıştıran oyununu yazdı.
Bernhard’ın “Heldenplatz (Kahramanlar Meydanı)” skandalı, açılış gecesinden çok önce başladı. Oyun, adını 1938’de Avusturya’lıların Hitler’i büyük bir coşkuyla karşılandığı Viyana meydanından alıyordu ve İkinci Dünya Savaşının ardından Viyana’ya dönen, ülkede hala kaynamakta olan antisemitizmi fark ederek dehşete düşen Avusturyalı bir Yahudi’nin intiharını anlatıyordu. “Şimdi Viyana’da/otuz sekizde olduğundan daha fazla Nazi var” gibi satırların yer aldığı senaryo basının eline geçince sağcı politikacılar yönetmenin Viyana’dan ihraç edilmesi çağrısında bulunmuş, oyunun prömiyeri için Burg Tiyatrosu polis koruması altına alınmış ve oyunun sonunda “bağırışlar, yuhalamalar, alkışlamalar ve ıslıklar birbirine karışmıştı.
Heldenplatz’a verilen tepkiden sersemleyen Bernhard, bu olaydan üç ay sonra, elli sekiz yaşındayken yardımlı bir şekilde intihar etti. Aslında ergenlik çağından beri akciğerlerinden çekiyordu ve hayatının son on yılını sürekli tıbbi takip altında geçirmişti. Herkesi rahatsız etmekten ve doğru bildiklerini söylemekten vazgeçmeyen Bernhard, ülkesine son darbesini de ölürken vurdu ve telif hakkı süresi boyunca “mektuplar ve kâğıt parçaları da dahil olmak üzere” eserlerinin Avusturya’da yayınlanmasını, üretilmesini ve hatta okunmasını yasaklayan bir vasiyet bıraktı. Bernhard’ın, vatanına bu acımasız öfkesi şaka gibiydi. Viyana Festivalini sınırın altmış kilometre dışında yapmak ve oyunlarını Bratislava’da sergilenmek gibi yasağı aşma çabaları hiciv ve kara mizahın büyük ustasını eminim kahkahalarla güldürüyordu.
Şubat 1931’de Hollanda’da evli olmayan annelere yönelik bir klinikte doğan Bernhard’ın annesi görünüşe göre tecavüz sonucu hamile kalmıştı. Bir marangoz ve adi suçlu olan babası onu asla kabul etmedi ve Bernhard, çocukken babalığın tespiti için kan testi yaptırmak zorunda kalarak aşağılanma duygusunu hayatı boyunca yaşadı.
Yanında büyüdüğü ve adeta putlaştırdığı büyükbabası bir anarşist ve roman yazarıydı. Büyükbabası ile doğa ve felsefe üzerine doğaçlama bilgiler aldığı yürüyüşler yapardı. Bernhard altı yaşındayken bu sona erdi; annesi evlendi ve aile sınırı geçerek Almanya’ya taşıdı. Kronik bir yatak ıslatma hastası olan Bernhard’ın lekeli çarşaflarını annesi komşularına sergiliyor, okulda zorbaların hedefinde yaşıyordu. Sekiz yaşındayken, “uyumsuz çocuklar” için bir yuvaya gönderildi ve tek arkadaşı elleri ve bacakları deforme olan bir erkek çocuktu. Bernhard’ın “hatırlanan yüzlerce ve binlerce deneyim kırıntısından derlenmiş” diye tanımladığı otobiyografisi ruhunu yaralayan rahatsız edici yazılardan oluşuyordu.
1943’te,”sürekli aynı beyinsiz şarkıları söylemek ve aşağı doğru yürümek” ten ibaret bulduğu Hitler Gençliğini temsil eden Deutsches Jungvolk’a üye olmak zorunda kalmıştı. Her gün hava saldırısı tatbikatları yapılıyordu ve Bernhard bu dönemdeki anılarında “Sokaklar kırık cam ve molozlarla doluydu ve havada topyekûn savaşın kendine özgü kokusu vardı” diye yazacaktı.
Savaştan sonra on beş yaşındayken bir bakkalda çırak olarak çalışmaya başladı. Okuldaki sefaletinin aksine Bernhard bu işi çok sevmişti. Müşterilerle iyi geçiniyor ve onların açık ve sağlam konuşma tarzlarından hoşlanıyordu, bu da konu dışına çıkan yazı stilinin şekillenmesine yardımcı oldu. Ancak 1949 kışında bir grip krizinin ardından akciğer enfeksiyonu nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Bu, ömür boyu süren kronik hastalığının başlangıcıydı
Hastanedeyken büyükbabası öldü ve daktilosunu ona bıraktı. Bernhard, büyükbabasının raflarında bulduğu kitaplarla soluk almaya başladı: Shakespeare, Goethe, Dostoyevski… Ve çocukluk anıları üzerinde sistematik olarak çalışmaya, kendi geçmişi hakkında “kanıt toplamaya” ve küçük kâğıt parçalarına notlar almaya başladı. “Artık çalışma yöntemimi keşfetmiştim” diye yazdı, “kendi rezilliğimi, kendime özgü vahşet biçimimi, kendime özgü zevkimi…”
Bernhard, hastanede kaldığı süre boyunca büyükbabasına saygı duruşu niteliğindeki ilk kısa öyküsünü yayınladı ve ardından Salzburg Akademie Mozarteum’da oyunculuk eğitimi aldı. İlk şiir kitabı “Auf der Erde und in der Hölle”yi (“Dünyada ve Cehennemde”) 1957’de yayımladı. Şiirleri, çiçeklerin “kan içinde açtığı” ve “korkuların rüzgârda estiği” kasvetli çürüme manzaraları çiziyordu.
Bernhard’ın romancılığa başlaması ise neredeyse kazaraydı. “Frost” adlı dördüncü şiir kitabı yayıncısı tarafından reddedilince geri çekilen Bernhard, yedi hafta sonra “Frost” olarak da adlandırılan ilk romanının taslağıyla ortaya çıktı. Kitap; Genç Bernhard’ın Salzburg’un yeniden inşa edilmiş sokaklarının altında hâlâ kokusunu alabildiği çürüyen bedenleri anlatıyordu.
Romanları, paragraf aralığı olmaksızın yüz sayfaya kadar uzayabilen, dalgınlıktan histeriye kadar her duygunun içinden hızla geçen, uzun monologlar şeklindeydi. Kahramanlarının çoğu ya ölümcül hasta ya deli ya da bir bütün olarak topluma yabancılaşmıştı.
Hastalıklara yaptığı vurgunun büyük bir kısmı, genç bir adam olarak, tüberküloz da dahil olmak üzere bir dizi akciğer rahatsızlığı nedeniyle birkaç yılını hastanelerde ve sanatoryumlarda geçirmesinden kaynaklanıyordu. Özellikle erken dönem kurgularında tıp profesyonelleri rol alıyordu. İlk romanı sanatoryumda geçiyor, bir diğeri ise küçük bir kasabada bir doktorun gerçeküstü maceralarını konu alıyordu. Eserleri öfke ve korkudan güç alıyordu ama karanlıkta kahkahayı bulmuştu:
Bernhard’ın son derece karamsar dünya görüşünün tüm unsurları; duygusuz bir evrene duyulan acımasız öfke, insan ilişkilerine olan inanç eksikliği, estetik mükemmelliğe yönelik manik arayış büyük olasılıkla gençliğinde yaşadığı zorluklar tarafından belirlenmişti. Gençken intihara takıntılı olan Bernhard, ironik bir şekilde hastanelerde ve sanatoryumlarda geçirdiği yıllarda yaşama arzusunu bulmuştu. Ölüme en yakın hissettiği ölüm koğuşunda; “Yaşamak istedim; başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Yaşamak, hayatımı, seçtiğim şekilde ve seçtiğim süre boyunca yaşamak. Bu bir yemin değildi, vazgeçmiş bir hastanın verdiği bir karardı, önündeki diğer hastaların nefesi durduğunda verdiği bir karardı” yazacaktı.
Bernhard’ın yazdıkları nihilizm değil, şikâyet ve psikolojik karamsarlıktır. Karakterleri delilikten mustaripse bu, oyundan tamamen kaçmış olmanın değil, oyuna kapılmış ve kaybetmiş olmanın bir sonucudur. Sürekli olarak bu yüzden acı çekerler. Kendilerini işlerine o kadar kaptırırlar ki, sonunda bu onları yok eder.