Metropolde Çocuk Olmak
Metropol de çocuk olmayı konuşmadan önce geçmişte yaşadığımız çocukluk anılarını hatırlamaya ne dersiniz?
Parklarda, sokaklarda güvenle oynarken hayatın kurallarını öğrendiğimiz, neşemizin ve seslerimizin sokaklarda yankılandığı günler…
Annelerimiz çağırdığında oyundan kopmamak için direndiğimiz, oyuna devam edebilmek için annemizle olan tatlı tripleşmelerimizi hatırlıyor musunuz?
Oyuna daldığımızda eyvah eve geç kaldık demelerimizi, ağaçları, yeşillikleri, acıktığımızda komşumuzdan aldığımız ekmek aralarının tadını bugün yaşamak oldukça zorlaştı.
Aslında özgür ama sorumluluk sahibi olduğumuz o günleri bir hatırlayalım. Mahalleler bugüne göre çok daha güvenliydi. Sokağa çıktığımızda ebeveynlerimiz çoğu zaman bize ve yaşadığımız problemlere müdahalede edebilecek kadar yakın değillerdi.
Sokaktaki hiyerarşide büyük çocuklarla oyun oynayabilmek, onların oyununa katılabilmek için büyüdüğünü ve yeteneklerini ispatlamak zorundaydın. Nedense kendi yaşıtlarınla kurduğun oyun değil de senden büyüklerin oynadığı oyuna katılmak bir hedefti.
Büyüklerin bir sonraki oyununda oynayabilmek için uyumlu olman, mızmızlanmaman ve performansını en iyi şekilde sergilemek zorundaydın.
Oyunu kuranların kuralları net ve sabitti ve bu hiçbir zaman değişmezdi. Oynamak istiyorsan tolerans yoktu ve tüm bu kurallara uymak zorundaydın.
Mahallede bizden büyükler, bizden üstün olarak düşündüğümüz bir eylem yaptığında hayranlıkla bakar, aynısını başaramadığımızda “o bizden büyük” derdik. Aslında dış yaşamda ilk idol ve ekol olarak belirlediğimiz insanlar da sokaklarda oluşuyordu. Büyüdükçe o jenerasyonun yaptıklarını yapabilir duruma gelmek, büyüdüğümüzün kanıtıydı.
Yaşımızı yaptıklarımızdan ve başardıklarımızdan benimserdik.
Hepimizin hayatında ben bu ağaca çıkamıyorum o çocuk çıkıyor ama o benden 5 yaş büyük dediğimiz; bunun akabinde o ağaca çıktığımızda ben de çıktım; evet artık büyüdüm dediği bir olay yaşanmıştır.
Sokak oyunlarında ve hiyerarşisi bize çabasız kazanma şansı vermezdi. Kendimizi motive edebilmek için çabalamamız gerekirdi. Kimse kendini iyi hisset diye oyun kaybetmezdi, başarmak emek isterdi.
Dolayısıyla gerçek kazanımlarla mutlu olurduk.
Ormanda ya da yeşilliklerde gezmek, ağaçların arasında koşmak, komşu bahçesinin duvarında yürümek ya da yolda yürürken sadece sarıya boyanmış kaldırım taşlarına basmak bunların hepsi öz-benliğimizi oluşturmakta büyük rol oynadı.
En önemlisi ise herkesi nasıl oyuna dahil edebiliriz en büyük derdimizdi :). O dönemlerde biz sokaklarda oyun oynarken var olan şartlarla oyun kurmayı öğrendik.
Örneğin; o an 5 kişi varsa; tek kale kurup 1 kişi kaleye alıp; kalan 4 kişi ile 2 ye 2 futbol maçı yapılması,
10 kişi varsa 5’e 5 takım kurulması ve maç yapılması; mesafenin ona göre ayarlanması; 20 kişi var ve takımlar 10 a 10 ise; iki kalenin arasındaki mesafenin daha çok uzatılması; kimse kaleye geçmeyecekse minyatür kale kurulması; değişmeli kaleci kuralı vb. bunların hepsi o an oyun oynamak için problemi çözmeye yönelik bizler tarafından geliştirilen çözüm yöntemleriydi. Bunları yapmak ise bizlerdeki çözüm bulma yeteneğini, pratik zekayı ve hızlı düşünüp çözüm odaklılığı geliştirirdi. Fakat günümüzde maalesef her çocuk pratik yoldan bunları kazanma şansı yakalayamamakta çünkü her şey çok sevdiğimiz çocuklarımız için bizler tarafından hazır sunulmakta.
Günümüzdeki ebeveynler okuyan, araştıran, anlayan, yaptıkları anneliği , babalığı en iyi şekilde yapmak için sürekli kendilerini geliştirmeye çalışan ve bunun akabinde kariyerlerini kenara koymayı bile göze alan ebeveynlerle dolu.
Ama maalesef bizim elinden tutarak parka götürdüğümüz çocuklarımızı eskiye nazaran çok daha niteliksiz ve soyutlanmış bir sosyalleşme alanı çocuklarımızı bekliyor.
Çünkü düştüğünde biz kaldırıyoruz, oyuncak kavgasında biz hakemlik yapıp yönlendirmelerde bulunuyoruz. Şimdi merdivenden tırmanamaz biri iter diye düşünüp zarar gelmesin diye ya da yorulmasın diye kaydırağın tepesine kaldırıp biz koyuyoruz. Arkadan gelen çocuğun stresini kendi çözmesini, hedefe eğlenceye gidebilmek için beklemesi ve yönetmesi gereken uyaranları, duyguların farkına varmasını sağlayamıyoruz.
Çok fazla müdahale olduğumuz için bu durumun bağımlılık durumuna geçtiğini ve hayatını yönetemez hale getirdiğimizin farkına varamıyoruz.
Mesela bir çocuk parkta kimse yokken her şeyi doya doya yapıyorsa ve parkta başka çocuklar varken bir kenara geçiyorsa; ya da merdivenden inerken sizin elinizi tutmadan inmiyorsa, gece uyurken sürekli dokunma ihtiyacı duyuyorsa, sizden ayrılamayıp sürekli size yapışıyorsa, uzaklaşamıyorsa bu durum akabinde kriz durumu yaşıyorsanız bunların hepsinin bir sebebi vardır.
Maalesef çocuklarımızın kendi benlikleriyle oynadıkları oyun alanları kısıtlandığı için bu anlattığımız kriz durumlarını çözümlemek için hareket büyük önem kazandı.
Sokak oyunlarının olduğu dönemde küçük yaştan itibaren sosyalleşen ve sosyal dengelere adapte olan çocuklar gelecekte akademik hayata başladıklarında fark yaratabilen bireyler olarak karşımıza çıktıklarını görmekteyiz.
Metropollerde akademik hayat tek başına başarıyı getirmiyor ve görüyoruz ki hareket eden, sosyalleşmesi daha fazla olan, oyun oynayan çocuklar akademik hayatta fark yaratıyorlar.
2 yaşından başlayarak, koordinasyon hareket çalışmaları çocukların gelişimlerinde ve ileriye dönük tüm akademik hayatları içinde olmazsa olmazları oldu.
Doğal yolla kazandığımız duyusal gelişimler metropolleşme ile birlikte dışarıdan ekstra desteklenerek kalıcı hale getirilmeli ve arttırılmalı. Çocukların gelecekte özgüvenli ve sosyal bireyler olup hayatın kurallarını öğrenmeleri için desteklenmeli.
Çünkü oyun kuramayan çocuk iş kuramaz, ilişki kuramaz, ilişkilerini yönetemez ve bağ kuramaz.
Çocuklar oyunla öğrenir, hareketleriyle büyür, hayatlarını ise sosyal beceriler sayesinde şekillendirir.
Cici doktorum diyor ki!
Mahallede büyüyen bir ebeveyn olarak, metropollere sıkışmış çocuklarımıza üzülüyorum.
Komik ogretmen
2 yıl önceNe kadar sansli oldugumuzu bir kez daha hatirladim ve o guzel gunlere gittim bu yaziyi okurken . Ellerine saglik Sekan hocam.
Comments are closed.